Yetersiz olduğunuza mı inanıyorsunuz? "Yetersizlik" gerçek mi yoksa kurgumuz mu?

Günümüzde pek çok kişi yetersizlik duygusuyla karşı karşıya kalabiliyor. Kişinin kendisini yeterli bulmaması, başarısızlık korkusu duyması ve kendisinin veya toplumun belli bir iş için belirlediği kriterlere uyamayacağı endişesi yetersiz hissine neden olabiliyor. Peki, "Yetersizlik" gerçek mi, kurgumuz mu? Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Hakan Türkçapar, ntv.com.tr okurlarına özel yazdı.

Günlük hayatımızda sık sık “yetersizim” sözcüğünü duyarız. Çoğumuzun ifade ettiği bu "yetersizlik hissi", kişinin hayatın birçok alanında (örneğin iş, okul, aile, ilişkiler) önünde sonunda başarısız olacağına veya akranlarına kıyasla birçok alanda eksik olduğuna inanmasıdır. Yetersiz olduklarına güçlü bir şekilde inanan kişilerde, "Ben zekâ, yetenek, bilgi, sosyal beceri veya statü açısından başarısızım, eksiğim, yetersizim" gibi düşünceler yaygındır. Kişi, bu durumun yapısal bir şey olduğuna ve ne yaparsa yapsın bunu aşamayacağına inanır.
Yetersizlik inancı, (farkettiyseniz inanç diyorum) kişinin kendisini sürekli olarak eksik görmesine ve sürekli kendisini başkalarıyla kıyaslamasına yol açar. Yetersizlik inancı (hissi) yaşayan kişiler, eleştiriye ve reddedilmeye karşı hassas olur; kendilerini başkalarının yanında güvensiz hisseder ve algıladıkları yetersizliklerinden dolayı utanç duyabilirler.
İçsel olarak hissettikleri bu yetersizliğin başkaları tarafından da fark edildiğini düşünerek kaygı, üzüntü ve utanç yaşayabilirler. Kişi bu nedenle yaşamın her alanında aslında çok daha iyi bir yerde olabilecek iken çok daha azı ile yetinir.
Kendimizi nasıl gördüğümüz, ne olduğumuzdan veya ne yaptığımızdan daha önemlidir. Herkesin zaman zaman aklından yetersizlik, güven eksikliği ve olumsuz benlik düşünceleri geçer. Kendimiz hakkında nasıl düşündüğümüz ve kendimizi birey olarak nasıl algıladığımız, genellikle bir konuda iyi olup olmadığımızı düşünmemizle ilgilidir.
Bir şeyin iyi ya da kötü olup olmadığını yargılayabilmemiz ve düşünebilmemiz, yetkinlik algımızın temelini oluşturur. Bizi diğer canlılardan ayıran en önemli şey, aşırı gelişmiş düşünme sistemimizdir. Bu sistem, her şeye anlam vermemize yol açar. Bu anlamlandırma süreci; kişinin kendisini, diğer insanları, dünyayı ve ilişkileri nasıl gördüğünü şekillendirir. Yaşadıklarımızdan sonuçlar çıkarır ve beklentilerimizi bu sonuçlara göre belirleriz.Bu inançları özellikle erken dönem yaşantılarımızdan öğreniriz. Genellikle çocuklukta yaşanan olumsuz deneyimler, yetersizlik inancının temellerini oluşturur. O dönemde bu inançlar bize anlamlı ve doğru gelir; çünkü başımıza gelenleri açıklamaya çalışırız. O dönem için bu tür inançlar doğru olsa da bu tür inançlar, yetişkinlik dönemindeki kişi ve onun yaşadığı çevre için aslında artık uygun ve yararlı değildir. Ancak kişi, eskiden oluşmuş bu inançlara inanmaya devam ettiği için bu inançlar varlıklarını sürdürür ve kişinin hayatını etkilemeye devam eder.
Dolayısıyla; Gerçek “yetersizlik” ile yetersizlik inancı farklı şeylerdir ve aslında yetersizlik inancı, gerçek “yetersizliğe” göre çok daha yaygındır ve çok daha olumsuz etkiler doğurur! Bu olumsuzlukla başa çıkmanın ilk ve en önemli adımı; bunun gerçeklik değil, bir inanç olduğunu fark etmektir.


Haber Kaynağı